22 Haziran 2008 Pazar

Polisiye'ye Kadın Eli Değince...


Polisiye romanlar da tıpkı aşk romanları gibi edebiyatın varoşlarıdır. Kendini bilen, damağını eğitmiş hiçbir okur, sıkı bir gerekçesi olmadan bu semtlere uğramaz. En yaygın ve en kabul gören gerekçe ise; "kafamı boşaltmak, boş şeyler okumak istiyorum"dur. Ciddi bir edebi eser, defalarca okunur; oysa polisiye, olay örgüsünün çözülmesiyle biter. Kim cevabını bildiği bir bilmeceyi tekrar tekrar okur ki?

Polisiye roman, okurla daha ilk sayfada bir sözleşme yapar; dedektif (yani yazar), bildiği hiçbir şeyi okurdan saklamayacaktır. Bu kurala uymayan, yolun yarısında şapkasından ipucu çıkaran yazarlar, okurda kandırılmışlık duygusu yaratırlar. Ki sözleşmeye uymayan yazar, bir daha okunmamakla cezalandırılır. Polisiye roman, yazarla okur arasındaki dostane bir yarıştır. "Hadi bakalım" der yazar, "şu durumda katil kim?" Okur genellikle çözemeyecek, yarışı kazanan yazarın elini centilmence sıkacaktır. Yazar işte o zaman, "Neyse canım, bir dahaki sefere artık" diye okurun sırtını sıvazlayacak ve onun, kendini aptal gibi hissetmesini önleyecektir.

Polisiyeler, olağanüstü kontrollü romanlardır. Herşey kontrol altındadır, herşey dakiktir, herşeyin nesnel bir nedeni vardır. Tam da bu yüzden, özellikle kadın okurlar, hayatının iplerinin ellerinden kaydığını, herşeyin kontrolden çıktığını hissettikleri kriz zamanlarını polisiye okuyarak geçirirler. Polisiyeler, çabuk tesirli depresyon romanlarıdır. Kendi minicik hayatını düzenlemekten o an için aciz depresif okur, "Saat sekizi tam 17 dakika geçiyordu" gibi kesin cümlelerle kısa bir kontrol hissi yaşar. Bu yüzden de bir dönemin toplumcu romanlarında, bunalım geçiren küçük burjuva kadınları polisiyeyi ellerinden düşürmezler.

Gizli felsefe

Polisiyeler, dağınık ve şekilsiz bir halde duran olguları uyumlu bir biçimde biraraya getirme romanlarıdır. Yani "bilgiye ulaşma" romanları. Ve bilgiye ulaşmak, elbette farklı yöntemlerin savaşımı demektir. Örneğin, İngiliz materyalizminin kusursuz birer örneği olan Sherlock Holmes, ampirik bir biçimde "kanıtların ucuca eklenip teorinin ortaya çıkması" yöntemini kullanır. Kanıt (yani deney) teoriden önce gelir. Fransız materyalizminin temsilcisi Hercule Poirot'da ise, teori önceliklidir. Poirot "gri hücre"lerini çalıştırarak bir teori üretir ve kanıtlarla bunu sınar. Holmes nesnelere; Poirot insan psikolojisine yaslanır. Yıllar sonra Amerika'lı bir polisiye yazarı, psikolojiyi en uç noktaya kadar götürecek, Freudyen bir dedektifle Gestaltçı bir katili yöntem savaşlarına sokacaktır.

Polisiyeler, analitik düşünme yeteneğini geliştirir. Yalçın Küçük, Türk aydınının düşünsel zaaflarında polisiye okumamanın önemine işaret ederken haksız değildir.

Kriminoloji icat oldu

Kriminolojinin gelişmesiyle birlikte, dedektiflerin gri hücreleri önemsizleşti. Artık katili bulmak için düşünmek değil, cesedin giysilerindeki saç tellerinden DNA testi yapmak yetiyordu. Bu biçimde yazılmış bir romanda da okur, etkinliği yitirip pasifleşiyordu. TV'lerde yayınlanan polisiye dizilerde bile izleyici, o maharetli makinelere şaşmak dışında ancak çekirdek çitlemekle yetinebilirdi. Onun analitik zekası, şu minicik makinenin yaptıklarının onda birini bile yapamazdı nasıl olsa. Hayatın diğer alanlarında olduğu polisiyede de makine istibdadı başlayınca, polisiye, başka alanlara kaymak zorunda kaldı.

Çağdaş polisiye

Çağdaş polisiye kriminolojinin bu atağına, kuralları değiştirerek yanıt verdi. Okurla sözleşme yenilendi; yeni sözleşmede, katil daha ilk sayfadan ilan ediliyor ya da klasik polisiyenin tersine yazar, katilin tarafını tutuyor ve bize de tutturuyordu. Cinayet sebepleri de o akılcı 20.yy'ın maddi, akılcı sebepleri olmaktan çıkıyor, modern insanın irrasyonel, sebepsiz cinnetinde aranıyordu. Çağdaş polisiyenin konusu, sıradan ve "iyi" insanların cinnet ya da şiddet eşiğini atlayıvermeleri olmuştu. Bu öyle ince bir eşikti ki, okur katille rahatlıkla empati kurabiliyor, katile anlayışla yaklaşıyordu. Neticede hepimiz, oradaki katil kadar sıradan ve iyi insanlarız. Ve modern dünya, bizi de sürekli o eşiğin ucunda tutuyor.

Çağdaş polisiye kıyıcı akılcılıktan gündelik hayatın ve insan psikolojisinin irrasyonelizmine evrildikçe, kadın polisiye yazarları öne çıkmaya başladı. Gündelik hayatın delirticiliğinin en fazla farkında olan ve ayrıntılara duyarlı "kadın aklı", çağdaş polisiyeyi gündelik hayatın yabancılaşma sularına sokuverdi. Erkek polisiye yazarları devlet komploları, büyük suç teşkilatları, şirket savaşları gibi bireyin biricik varlığının önemsizleştiği romanlar yazarken kadın yazarlar; klasik polisiyedeki bireyi modern dünyada yeniden yaratarak polisiyeyi asıl sırtlayanlar oldu. Erkek yazarların suçluları yaptıkları vahşeti soyut, ulvi tutkularla izah etmeye çalışır ve sahtekarlıkları üzerlerinden akarken kadın polisiyecilerin suçluları, en azından dürüstler. Suçu ya da amacı büyük örgütler ve amaçlarda değil, kendi benlikleri ve dünyalarında aramaya, arattırmaya devam ediyorlar. Üstelik bunu, sırf merak duygusuyla değil, edebi niyetlerle de okunacak muazzamlıkta romanlarla yapıyorlar.


Yelda EROĞLU

Kaynak:http://www.polisiye.com/devam.asp?yazid=219#

Hiç yorum yok :