24 Haziran 2008 Salı

Dan Brown Kimdir?

Dan Brown, 22 Haziran 1964 doğumlu Amerikalı yazar.

Amherst Koleji ve Philips Exeter Akademisi’nden mezun olduktan sonra bir süre eğitim gördüğü bu okullarda İngilizce öğretmenliği yaptı. Şifre çözme ve gizli hükümet örgütlerine duyduğu ilgi, 1996'da ilk romanı Dijital Kale'nin ortaya çıkmasını sağladı.

Roman, yayımlanmasından hemen sonra bir anda elektronik kitap listelerinde bir numaraya yükseldi. Amerika Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nı (NSA) konu alan roman sivil halkın mahremiyeti ile ulusal güvenlik arasındaki ince çizgiyi irdeliyordu.

Yazar tekno-gerilim türündeki ikinci romanı İhanet Noktası'nda da politikada ahlak, güvenlik ve gizli teknoloji konularını işledi.

Başkanlık Ödülü'nü kazanmış bir matematik profesörü ile ilahiyat müzisyeni bir annenin oğlu olan Dan Brown, bilim ve din gibi paradoksal felsefelerin egemen olduğu bir ortamda büyüdü. Bu birbirini tamamlayıcı görüşlerden aldığı esinle ünlü romanı Melekler ve Şeytanlar'ı yazdı. Bu yapıt da bir İsviçre fizik laboratuarı ile Vatikan kenti arasında geçen, bilim ve din odaklı bir gerilim romanıdır.

Ayrıca, 2003 yılında çıkardığı ve tüm dünyada satış rekorları kıran Da Vinci Şifresi kitabının da yazarıdır.

Sanat tarihcisi ve ressam olan eşi de araştırmalarına yardım etmektedir.

Eserleri:

  1. Dijital Kale (1998)
  2. Melekler ve Şeytanlar (2000)
  3. İhanet Noktası (2001)
  4. Da Vinci Şifresi (2003)
Resmi web sitesi: http://www.danbrown.com/

Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Dan_Brown

23 Haziran 2008 Pazartesi

Miss Marple Kimdir?


Jane Marple, genellikle Miss Marple olarak bilinen, ve Agatha Christie'nin 12 cinayet romanında rol alan hayali kahramandır. Miss Marple amatör dedektiflik yapan "yaşlı bir kızdır" ve St. Mary Mead isimli köyde yaşar. Bir çok kez ekranlarda gösterilen bu karakter Christie'nin en ünlü yaratılarındandır. Karşımıza ilk kez 1927 Aralığında The Royal Magazine'de yayımlanan Cinayetler Kulubünde çıkmıştır. İlk kez full olarak bir romanda ise 1930'da basılan Ölüm Çığlığı'yla rol almıştır.

Karakteri
Miss Jane Marple küçük bir İngiliz köyü olan St. Mary Mead'de yaşayan yaşlı bir bayandır. Kat kat tüvit giyen, genellikle örgü örerken ya da bahçesinde otları temizlerken gözlemlenen sıradan biridir. Miss Marple bazen kafası karışmış olarak görülebilir ancak iş bir cinayeti çözmeye gelince, o çok keskin bir zekaya ve insan doğasını tüm güçlü ve zayıf yönleriyle anlamlandırmaya sahiptir. Detektif romanlarındaki geleneğe göre, Miss Marple genellikle yerel polisin çözemediği cinayetleri aydınlatarak onları utandırır.

Miss Marple ismi Manchester'deki demiryolu istasyonunun ismi olan Marple'dan gelir.

Miss Marple isimli kahramanın ilk kez karşımıza çıktığı roman olan Ölüm Çığlığı'ndaki Marple karakteri ile sonraki karakteri arasında belirgin farklar vardır. İlk kitabında Marple neşeli dedikoducu birisidir ve aslında o kadar da hoş birisi değildir.Mary sakinleri onu seviyordur lakin insanlar onun meraklı yapısından ve insanların kötü özelliklerini tahmin etmesinden usanmışlardır. Daha sonraki kitaplardaysa Marple daha modern ve şirin olarak karşımıza çıkar.

Marple hiç evlenmemiştir ve çok yakın akrabası yoktur. Ölüm Çığlığı'ndaysa Marple'in yeğeni "çok ünlü" yazar Raymond West vardır. West'in hanımı Joan, modern bir sanatçı, 1933'de ortaya çıkar. Raymond fazla özgüveniyle ve Marple'in zeka gücünü küçümsemesiyle ön plana çıkar. Daha sonraki yıllarda ise, Ve Ayna Kırıldı romanından tanıdığımız Cherry Baker Marple'in arkadaşı olarak ortaya çıkar.

Sadece çok kurnaz ve zeki olmasından değil, St. Mary'nin ona insan doğasının bir çok negatif yönünü gösteren örnekler sunmasından dolayı, Marple bir çok zor cinayeti çözmüştür. Miss Marple'in yaşanmış bir olayla ilgili bir paralellik kuramadığı hiç bir cinayet yoktur. Miss Marple'i tanıyanlar bazen onun sık sık kişiler ve olaylar arasında yaptığı analojilerden sıkılsalar da, bu analojiler ona cinayetin doğası hakkında derin bir kavrama yeteneği verir.

Marple'in ayrıca, insan anatomisi üzerine çalışmalarını da içeren harika bir eğitimi vardır. Tatlı ve narin birisi olarak görülmesine karşın, Marple cesetlerden asla korkmaz. Marple ayrıca önemsiz gibi görünen yorumları eldeki cinayete uygun şekilde bağlamasıyla ünlüdür.

Christie, Marple serisinin son kitabı olan "Uyuyan Ölüm"ü 1940'da yazdı. Ancak Alman bombardımanında ölürüm de kitap kaybolur diye bu kitabı bir bankanın mahzenine emanet etti. Kitap Christie'nin ölümü 1976'ya kadar yayımlanmadı.

Marple tüm kitaplarda yaşlı bir bayan olarak tanıtılsa da gerçek yaşından hiç bahsedilmez.

Miss Marple'in Tüm Kitapları İçin Tıklayınız

Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Miss_Marple

Konya Polisi Hercule Poirot'a Taş Çıkartıyor!


Konya polisinin ünü şehir sınırlarını aşmış gibi görünüyor. Aksiyon dergisinin haberine göre:

Konya’da cinayet dedektifleri el attıkları her olayı çözüyor. Polis, 2004’ten bu yana meydana gelen 115 cinayetin tamamını aydınlattı. Bu başarıda aslan payı ekip çalışmasının. Delilden suça gidiliyor, zanlılar çok iyi sorgulanıyor.
Bu haberi görünce aklıma -gelmiş geçmiş en büyük dedektif olan- Hercule Poirot geldi doğal olarak. Ama Konya Polisi'nin aydınlattığı cinayetleri görünce gerçekten çok büyük bir hayranlığa kapıldım. İşte o cinayetlerden bazıları:

Hüzün 42
(Ebru Çiftçi-Dudu Ertekin Cinayetleri)
Örnek olayların başında Hüzün 42 adını taşıyan operasyon geliyor. 11 yaşındaki Ebru Çiftçi, Eylül 2001’de okul dönüşü ortadan kaybolur. Yapılan çalışmalar sonuç vermez. Beş yıl sonra, Haziran 2006’da 10 yaşındaki Emine Dudu Ertekin de okul dönüşü ortadan kaybolur. Cinayet Büro Amirliği çeşitli senaryolar üzerinde çalışmaya başlar. 20 alternatif yol belirlenir ve çocuk sapıkları üzerinde yoğunlaşma kararı alınır. Çocuklara taciz ve fiili livatadan kaydı bulunan 75 kişi takibe alındı. Bunlardan biri de Ali Kemal Tufan’dır.

İkinci olaydan 15 gün sonra tespit edilen zanlı, 11 gün boyunca 24 saat aralıksız takip edilir. Bu sürede değişik meslek kılıfında zanlının iş yerine giden cinayet polisleri, hedef kişinin profilini, nasıl birisi olduğunu, neden hoşlandığını ya da hoşlanmadığını öğrenir. Akademik camiadan bu kişinin nasıl bir ruh hâline sahip olabileceği belirlenir. Çocuk pedofili hakkında araştırma yapılır. Ali Kemal Tufan’ın kendi kızını her gün okula götürmesi, yaptığı suçların bir yansıması şeklinde yorumlanır. Gözaltına alınıp sorgulandığında kendisine asla ‘sapık’ denilmez. Sorgusu boyunca sessiz kalan bu kişiyle konuşurken çok farklı bir yol denenir.

Profesyonel sorgu taktiği sırasında ikinci bir şahıs oluşturulup Ali Kemal Tufan’ın konuyu açması sağlanır. Zanlı, içindeki bu ikinci kişilikten nefret ettiğini dolaylı yoldan anlatır. Sonunda Tufan, her iki kız çocuğunu da okul önünden kandırarak aracına alıp kaçırdığını, tecavüz ettikten sonra öldürerek gömdüğünü itiraf eder. Çocukları gömdüğü yeri “Vahşetti. Gösteremem.” diye karşı çıkar; ama bir süre sonra o noktayı polise gösterir. Ertuğrul Güler, bu olayın zanlı hakkında toplanan veriler ışığında yapılan güçlü sorgu ile aydınlatıldığını söylüyor. Konyalıların yaşananlardan duyduğu üzüntü operasyonun adını da belirler: Hüzün 42.
Not: Ebru Çiftçi kaçırıldığında Şehit Sadık İlköğretim Okulu 3. sınıfa gidiyordu. Yani ben ve ablamla aynı okula, kardeşimleyse aynı sınıfa gidiyordu. Tabi bu kaçırılma olayı üzerine bir çok dedikodu, iftira vs. çevremizde dolandı durdu. Çiftçi Ailesi işte Konya Polisinin bu başarısı sayesinde aslında bir nevi temize çıktı.

22 Haziran 2008 Pazar

Polisiye'ye Kadın Eli Değince...


Polisiye romanlar da tıpkı aşk romanları gibi edebiyatın varoşlarıdır. Kendini bilen, damağını eğitmiş hiçbir okur, sıkı bir gerekçesi olmadan bu semtlere uğramaz. En yaygın ve en kabul gören gerekçe ise; "kafamı boşaltmak, boş şeyler okumak istiyorum"dur. Ciddi bir edebi eser, defalarca okunur; oysa polisiye, olay örgüsünün çözülmesiyle biter. Kim cevabını bildiği bir bilmeceyi tekrar tekrar okur ki?

Polisiye roman, okurla daha ilk sayfada bir sözleşme yapar; dedektif (yani yazar), bildiği hiçbir şeyi okurdan saklamayacaktır. Bu kurala uymayan, yolun yarısında şapkasından ipucu çıkaran yazarlar, okurda kandırılmışlık duygusu yaratırlar. Ki sözleşmeye uymayan yazar, bir daha okunmamakla cezalandırılır. Polisiye roman, yazarla okur arasındaki dostane bir yarıştır. "Hadi bakalım" der yazar, "şu durumda katil kim?" Okur genellikle çözemeyecek, yarışı kazanan yazarın elini centilmence sıkacaktır. Yazar işte o zaman, "Neyse canım, bir dahaki sefere artık" diye okurun sırtını sıvazlayacak ve onun, kendini aptal gibi hissetmesini önleyecektir.

Polisiyeler, olağanüstü kontrollü romanlardır. Herşey kontrol altındadır, herşey dakiktir, herşeyin nesnel bir nedeni vardır. Tam da bu yüzden, özellikle kadın okurlar, hayatının iplerinin ellerinden kaydığını, herşeyin kontrolden çıktığını hissettikleri kriz zamanlarını polisiye okuyarak geçirirler. Polisiyeler, çabuk tesirli depresyon romanlarıdır. Kendi minicik hayatını düzenlemekten o an için aciz depresif okur, "Saat sekizi tam 17 dakika geçiyordu" gibi kesin cümlelerle kısa bir kontrol hissi yaşar. Bu yüzden de bir dönemin toplumcu romanlarında, bunalım geçiren küçük burjuva kadınları polisiyeyi ellerinden düşürmezler.

Gizli felsefe

Polisiyeler, dağınık ve şekilsiz bir halde duran olguları uyumlu bir biçimde biraraya getirme romanlarıdır. Yani "bilgiye ulaşma" romanları. Ve bilgiye ulaşmak, elbette farklı yöntemlerin savaşımı demektir. Örneğin, İngiliz materyalizminin kusursuz birer örneği olan Sherlock Holmes, ampirik bir biçimde "kanıtların ucuca eklenip teorinin ortaya çıkması" yöntemini kullanır. Kanıt (yani deney) teoriden önce gelir. Fransız materyalizminin temsilcisi Hercule Poirot'da ise, teori önceliklidir. Poirot "gri hücre"lerini çalıştırarak bir teori üretir ve kanıtlarla bunu sınar. Holmes nesnelere; Poirot insan psikolojisine yaslanır. Yıllar sonra Amerika'lı bir polisiye yazarı, psikolojiyi en uç noktaya kadar götürecek, Freudyen bir dedektifle Gestaltçı bir katili yöntem savaşlarına sokacaktır.

Polisiyeler, analitik düşünme yeteneğini geliştirir. Yalçın Küçük, Türk aydınının düşünsel zaaflarında polisiye okumamanın önemine işaret ederken haksız değildir.

Kriminoloji icat oldu

Kriminolojinin gelişmesiyle birlikte, dedektiflerin gri hücreleri önemsizleşti. Artık katili bulmak için düşünmek değil, cesedin giysilerindeki saç tellerinden DNA testi yapmak yetiyordu. Bu biçimde yazılmış bir romanda da okur, etkinliği yitirip pasifleşiyordu. TV'lerde yayınlanan polisiye dizilerde bile izleyici, o maharetli makinelere şaşmak dışında ancak çekirdek çitlemekle yetinebilirdi. Onun analitik zekası, şu minicik makinenin yaptıklarının onda birini bile yapamazdı nasıl olsa. Hayatın diğer alanlarında olduğu polisiyede de makine istibdadı başlayınca, polisiye, başka alanlara kaymak zorunda kaldı.

Çağdaş polisiye

Çağdaş polisiye kriminolojinin bu atağına, kuralları değiştirerek yanıt verdi. Okurla sözleşme yenilendi; yeni sözleşmede, katil daha ilk sayfadan ilan ediliyor ya da klasik polisiyenin tersine yazar, katilin tarafını tutuyor ve bize de tutturuyordu. Cinayet sebepleri de o akılcı 20.yy'ın maddi, akılcı sebepleri olmaktan çıkıyor, modern insanın irrasyonel, sebepsiz cinnetinde aranıyordu. Çağdaş polisiyenin konusu, sıradan ve "iyi" insanların cinnet ya da şiddet eşiğini atlayıvermeleri olmuştu. Bu öyle ince bir eşikti ki, okur katille rahatlıkla empati kurabiliyor, katile anlayışla yaklaşıyordu. Neticede hepimiz, oradaki katil kadar sıradan ve iyi insanlarız. Ve modern dünya, bizi de sürekli o eşiğin ucunda tutuyor.

Çağdaş polisiye kıyıcı akılcılıktan gündelik hayatın ve insan psikolojisinin irrasyonelizmine evrildikçe, kadın polisiye yazarları öne çıkmaya başladı. Gündelik hayatın delirticiliğinin en fazla farkında olan ve ayrıntılara duyarlı "kadın aklı", çağdaş polisiyeyi gündelik hayatın yabancılaşma sularına sokuverdi. Erkek polisiye yazarları devlet komploları, büyük suç teşkilatları, şirket savaşları gibi bireyin biricik varlığının önemsizleştiği romanlar yazarken kadın yazarlar; klasik polisiyedeki bireyi modern dünyada yeniden yaratarak polisiyeyi asıl sırtlayanlar oldu. Erkek yazarların suçluları yaptıkları vahşeti soyut, ulvi tutkularla izah etmeye çalışır ve sahtekarlıkları üzerlerinden akarken kadın polisiyecilerin suçluları, en azından dürüstler. Suçu ya da amacı büyük örgütler ve amaçlarda değil, kendi benlikleri ve dünyalarında aramaya, arattırmaya devam ediyorlar. Üstelik bunu, sırf merak duygusuyla değil, edebi niyetlerle de okunacak muazzamlıkta romanlarla yapıyorlar.


Yelda EROĞLU

Kaynak:http://www.polisiye.com/devam.asp?yazid=219#